Abanın
kadri yağmurda bilinir.
Her şeyin bir değeri vardır. Bir şeyin gerçek
değeri (kadri) ise, ona gerçekten ihtiyaç
duyulduğu zaman ortaya çıkar.
Abdala “kar yağıyor” demişler, “titremeye
hazırım” demiş.
Yoksulluk ve sıkıntı içinde yaşayıp eziyet
çekmekte olan kimseler, karşılaşacakları zor
şartlardan endişe duymazlar. Çünkü onlar bu
şekilde yaşamaya alışıktırlar.
Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa
girince yağ oldum sanır.
Kimi görgüsüz ve
eğitimsiz kimseler bir rastlantı sonucu
lâyık olmadıkları önemli bir işin başına
geçseler ya da bir mevki elde etseler, aptalca
davranmaya, o yerin adamı gibi görünmeye ve
böbürlenmeye başlarlar. Dahası, bunun kendi
hakları olduğunu da ileri sürerler.
Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz.
Kimi insanlar yaptıkları işten zevk duyarlar ve
onu bırakmak istemezler; bu işi sürekli olarak,
tekrar tekrar yapmaktan da hiç bıkkınlık
duymazlar.
Abdalın dostluğu köy görünceye kadar.
Çıkarı için yakınlık gösterip dostluk kuran
kimse, beklediği yararı elde ettikten, işini
yürütecek başka yollar bulduktan sonra sizinle
olan ilişkisini keser.
Abdal (derviş) tekkede, hacı Mekke`de bulunur.
Hemen herkesin ilgi duyduğu bir alanı, kendine
özgü bir işi vardır. İlgi duyduğu alan ya da iş
neredeyse kişi de orada bulunur.
Acele bir ağaçtır, meyvesi pişmanlık.
Telâşla, sabırsızca ve ivedilikle yapılan işler
genellikle kötü sonuçlar doğurur; kişiyi
pişmanlığın içine iter.
Acele ile menzil alınmaz.
Telâşlanıp ivmekle, sabırsız davranmakla daha
çabuk sonuç alacağımız, başarı kazanacağımız
sanılmamalıdır. Bilinmelidir ki her işin bir
süresi vardır.
Acele işe şeytan karışır.
Düşünüp taşınmadan, çabuk davranılarak yapılan
işten iyi sonuç beklenmemelidir; o iş ya yanlış
ya da bozuk olur.
Acemi katır kapı önünde yük indirir.
Bir işin yabancısı olan, bir işe alışmamış,
beceriksiz ya da anlayışsız kişi, kendisinden
beklenen işi eksik yapar ve istenildiği gibi
yerine getiremez; daha başlangıç anında veya en
önemli yerinde işi bırakıverir.
Acıkan doymam (sanır), susayan kanmam sanır.
Uzun süre bir şeyin yokluğunu çekip ona ihtiyaç
duyan kimse, o şeyden ne kadar çok elde ederse
etsin tatmin olmaz; kendisine yetmeyeceği
duygusu içinde bulunur.
Acıkmış kudurmuştan beterdir.
Bir şeyden uzun süre yoksun kalan kimse, onu
gördüğü anda ele geçirmek ister; kendinden
geçercesine ona saldırır, sanki kudurmuş
gibidir, gözü hiçbir şeyi görmez, tek düşündüğü
uzun süre yokluğunu çektiği o nesnedir.
Acındırırsan arsız olur, acıktırırsan hırsız
olur.
Bir kimsenin acınmasına yol açar, başkalarını
ona merhamete getirirseniz, o kimse yerli yersiz
yardım dilemeye başlar ve gittikçe arsızlaşır;
bunun yanında kimilerinin hakkını kısar,
emeklerinin karşılığını vermez ve onları
aç-yoksul bırakırsanız, onlar da hırsızlık
yapmaya başlarlar.
Acı patlıcanı kırağı çalmaz.
Kötü durumda olan bir kimseyi, ortaya çıkacak
yeni kötü durumlar etkilemez; pek çok zorluğa
katlanabilir; çünkü o, böylesi kötü durumlara
alışmıştır. Ayrıca, işe yaramayacak hâle gelmiş
kimseler de, tutar bir yanları olmadığı için
felâketlerden çekinmezler.
Acı (kötü) söz insanı (adamı) dininden
(çıkarır), tatlı söz (dil) yılanı deliğinden
(ininden) çıkarır.
Onur kırıcı, sert, kötü sözler insanı
öfkelendirir; sabrını taşırır, çileden çıkarır,
hoş olmayan davranışlara sürükler. Bunun aksine
yumuşak, tatlı, hoş sözler de öfkeli, geçimsiz,
saldırgan insanları yatıştırabilir; zarar
vermelerinin önüne geçip onları doğru yola
sokabilir.
Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez.
Aç, yemek yeme ihtiyacı olan, yemesi gereken
kimsedir. Bu insanın düşüncesi de karnını
doyurmaktır. Onun bu isteği kimi özürlerle
giderilip geçiştirilemez, böyle yapılmak
istenirse kimi anlamsız ve aşırı davranışlara
kaymasına neden olunur. Çocuklar da bir şey
istediler mi hemen onun yerine getirilmesini
isterler, beklemek nedir bilmezler.
Aç (arık) at yol almaz, aç (arık) it av almaz.
İş gördürülen kimselerden verim umuluyorsa onlar
aç, yoksul ve zaruret içinde bırakılmamalı, her
yönden tatmin edilmelidirler.
Aç ayı oynamaz.
Kendisinden iş beklenilen kimseden emeğinin
karşılığı esirgenmemelidir; insan ya da hayvan
olsun, çalışan mutlaka doyurulmalıdır.
Aç bırakma hırsız edersin, çok söyleme arsız
(yüzsüz) edersin.
Yönetiminde bulunan, gözetiminde olan kimseleri
maddî ve manevî yönden tatmin etmelisin.
İnsanları bu yönlerden sıkıntıya düşürür,
emeklerinin karşılığını vermez, kötü muameleye
maruz bırakırsan yanlış yola saparlar; söz
dinlemez olurlar, arsızlaşırlar.
Aç doymam, tok acıkmam sanır.
Uzun süre yokluk içinde olan aç insan elde
ettiğinden çoğunu ister, tatmin olmaz,
yetmeyeceği duygusunu taşır. Tok, yani varlıklı
insan ise var olanla yetinir gibidir,
elindekilerin bir gün gelip tükeneceğini
düşünmez, yeni kazanç yollarına başvurmaz,
dahası elindekileri bilinçsizce harcamaya devam
eder.
Aç elini kora sokar.
Aç ve yoksul insan, zorunlu ihtiyaçlarını
gidermek için canı pahasına bile olsa her türlü
tehlikeye atılmaktan çekinmez.
Aç gözünü, açarlar gözünü.
Uğraşılarında, giriştiğin işlerinde uyanık
bulunup dikkatli olman gerekir; yoksa umulmadık,
beklenmedik bir anda büyük zararlarla karşı
karşıya kalabilirsin. Bu belâdan sonra aklın
başına gelir ama iş işten geçmiş olur.
Açık ağız aç kalmaz.
Çalışan, didinen, ne istediğini bilen, bıkmadan
usanmadan bunu dile getiren kişi geçim yolunu
bulur; muhtaç duruma düşmez, aç kalmaz.
Açık yaraya tuz ekilmez.
Acısı ve derdi taze olan bir kimsenin üzüntüsünü
artıracak söz ve davranışlardan kaçınmak
gereklidir.
Açık yerde tepecik kendini dağ sanır.
Kıymetli, yetenekli kimselerin bulunmadığı veya
az bulunduğu bir yerde, kendinde az da olsa bir
şey bulunan kimse böbürlenmeye, büyüklük
taslamaya başlar.
Açılan solar, ağlayan güler.
Hayatta hemen her şey bir değişimin içindedir,
olduğu gibi kalmayıp tersine dönebilir, güzel
çirkinleşebilir; mutsuz mutlu, yoksul da zengin
olabilir.Msn
Öğretmen
öss
kpss
Gazeteler
Sohbet
hazır mesajlar
ders izle
Belirli Gün ve
Haftalar
Çanakkale savaşı
şiir
Açın gözü ekmek teknesindedir (olur).
İnsanın tek amacı, öncelikle kendisi için
gerekli, yaşaması için zorunlu olan, yokluğunu
çektiği şeyi elde etmektir.
Açın karnı doyar, gözü doymaz.
1. Bir şeyin uzun süren yokluğu açlık ve
doyumsuzluk duygusuna iter insanı; bu insan hiç
doymamış, aç kalacakmış gibi davranır; gözü
nesnelerde kalır, o nesneleri kaybedecek
sanısına kapılır. 2. İhtiraslı kişi elindekiyle
yetinmez, daha fazlasını ister.
Aç kurt bile komşusunu dalamaz.
Komşu hakkı çok yücedir. Komşuya hangi şartlarda
olursa olsun, aç ya da zengin iyi
davranılmalıdır. Çünkü toplumun dirlik ve
düzenliği bir yönüyle buna bağlıdır.
Açma sırrını dostuna, o da söyler dostuna.
Sır özeldir ve gizli tutulmalıdır. Onun
gerçekten duyulup yayılması istenmiyorsa, dosta
bile açılmamalıdır. Açılırsa o da ağzından
kaçırabilir ya da yakınına anlatabilir, bunu
başkaları duyabilir, saklamaya çalıştığın şey
sır olmaktan çıkar, yayılır.
Aç ne yemez, tok ne demez.
Yoksul kişi ihtiyaç duyduğu şeyin en kötüsüne
bile razı olur; iyisini, kötüsünü arayacak
durumda değildir. Oysa varlıklı kişi için durum
farklıdır, o her zaman daha iyisini ister, en
güzel şeylerde bile bir kusur bulur, mırın kırın
eder.
Aç tavuk (düşünde) kendini buğday (arpa, darı)
ambarında sanır (görür).
Yoksulluk çeken, varlık yüzü görmeyen kişi
sürekli ihtiyaç duyduğu şeylerin hasretini
çeker; kendisini onları elde etme hayaline
kaptırır, olmayacak düşler kurar.
Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü.
Hoşuna gitmeyecek sözler söylenmesine, hakkında
kötü şeylerin ortaya çıkmasına yol açmak
istemiyorsan karşındakini kızdırma.
Aç tokun yüzüne bakmakla doymaz.
İnsan ihtiyaç duyduğu, sürekli yokluğunu çektiği
şeyleri varlıklı kimselerde görmekle onlara
sahip olmuş sayılmaz. Tatmin olabilmek için
onları gerçekten elde etmelidir.
Adalet ile zulüm bir yerde barınmaz.
Bu iki şey tamamen bir birinin karşıtıdır. Hak,
hukuk ve doğruluğun bulunduğu yerde zulüm
olamaz, zalimler bulunamaz. Zulmün bulunduğu
yerde ise hak yeme, sömürü, eğrilik, azgınlık
vardır ve orada da ne adalet ne de âdil vardır.
Adam adama her daim muhtaç (gerek olur).
Tek başına yaşamak oldukça zor olduğundan
insanlar bir arada yaşarlar, dayanışmaya gerek
duyarlar. İhtiyaçlar bu sayede karşılıklı olarak
giderilir. Bu bakımdan hiçbir insanı küçümseyip
yararsız saymamalı; olur ki bir gün, hiçlenen o
insanın yardımına gerek duyulabilir.
Adam adama yük değil, can gövdeye mülk değil
(Adam adama yük olmaz).
Birileri gelip konuğumuz olabilir, evimizde
kalabilir. Bu konuk tıpkı can gibidir; can nasıl
gövdeye geldiği gibi gidiyorsa, konuk da günün
birinde geldiği gibi gidecektir. Bu sebeple
yanımıza gelen arkadaş, dost, yakın ve
konuklarımızdan yaka silkmemeliyiz.
Adam adamdan korkmaz, utanır (hatır sayar).
Bir kimse kendisine yapılan kabalık, kötülük
karşısında sert tepki göstermiyor, benzer bir
şekilde karşılık vermiyorsa, bu korktuğundan
değildir; hatır saydığındandır, utandığındandır,
duygularına egemen olduğundandır.
Adam adam denmekle adam olmaz.
Değerleri olmadığı hâlde değer verip saygı
duyarak, bazı unvanlar vererek, överek,
pohpohlayarak bir kimseyi iyi yetişmiş, değerli
bir kimse yapamayız. Gerçek şahsiyet, olgunluk,
insana yakışacak durum, tutum ve davranış
insanın kendinde bulunmalıdır.
Adam adamdır, olmasa da pulu; eşek eşektir,
olmasa da çulu.
Bir kimsenin toplumdaki seçkin yeri ve önemi
zengin ya da yoksul hâliyle ölçülemez. Kimi
insanlar son derece yoksuldurlar ama
kendilerinde bir adamlık vardır. Kimileri de
zengindir ama insanlıktan nasiplerini
almamışlardır. Dolayısıyla yoksul olmak insanın
değerini düşürmez, zengin olmak da değerini
artırmaz.
Adam adamı bir kere (defa) aldatır.
Bir kimse, huyunu suyunu bilmediği bir kişiye
bir kez aldanır; bir daha aldanmaz. Çünkü bir
kez aldanmış ve ders almıştır. Artık kendini ona
göre ayarlar, karşı tarafın düzenbaz olduğunu
bildiği için tedbir alır, düzenbaz ne derse
desin inanmaz ve tuzağına düşmez.
Adama dayanma ölür, duvara (ağaca) dayanma
yıkılır (kurur).
İnsanlar hayatları boyunca birbirlerine destek
verirler, yardımcı olurlar. Ne ki her destek ve
yardım sürekli olmaz. O hâlde insan, yapacağı
işlerde başkalarının yardımına ve desteğine
değil, öncelikle kendi gücüne, bilgi ve
becerisine dayanmalı ve güvenmelidir.
Adam ahbabından bellidir (Bana arkadaşını söyle
sana kim olduğunu diyeyim).
İnsan daha çok anlaştığı, huyunu suyunu bildiği,
sevdiği, yanında bulunmaktan hoşlandığı
kimselerle arkadaşlık kurar; dostluk eder.
Dolayısıyla bir kimsenin iyi ya da kötü olduğu,
arkadaşlık kurduğu kimsenin kişiliğine bakılarak
anlaşılabilir.
Adamak kolay, ödemek güçtür.
Bir işi yerine getireceğim demek, davranışıyla
ya da tutumuyla o işi yapacağım duygusu
uyandırmak, umut vermek kolaydır. Ne var ki
yerine getirmek ve yapmak güçtür. Çünkü bu, bir
çabaya, bir maddeye ya da bir paraya dayanır;
bunlar da zor sarf edilir şeylerdir.
Adamın (insanın) adı çıkacağına (çıkmaktansa)
canı çıksın (çıkması yeğdir).
Toplumun bir insan hakkında verdiği yargı kolay
kolay değişmez. Eğer bir adamın adı kötüye
çıkmış, bu yanıyla şöhret bulup tanınmışsa, bu
durum onun için katlanılmazdır. Nereye gitse
kötü yanı yüzüne vurulacak, itilip kakılacak,
aşağılanıp toplum dışına itilecektir. Böyle bir
hayatı yaşamak, o insan için yaşarken ölmek
demektir.
Adamın iyisi alış verişte belli olur.
Alışveriş bir insanın karakterini, iyi ya da
kötü oluşunu belirleyen en önemli ölçütlerden
biridir. Alışveriş her şeyden önce çıkara
dayanır. Birçok insan da çıkarı için ahlâk
kurallarını çiğnemekten kaçınmaz. Bunu anlamanın
en iyi yolu da kişiyi alışverişte
denemektir.
Alışveriş sırasında hileye başvurmayan, hakkı
gözeten, yalan söylemeyen, ahlâksız yollara
sapmayan kimse iyi insandır.
Adamın iyisi iş başında belli olur.
İnsanı gösteren sözü değil, işidir. Bir insanın
gerçek değeri; becerikli mi beceriksiz mi,
çalışkan mı tembel mi, başarılı mı başarısız mı,
iyi mi kötü mü olduğu yaptığı işlerle,
çevresindekilere karşı takındığı tutumla
ölçülür.
Adamını yere bakanından, suyun ağır (sessiz)
akanından kork (sakın).
Genellikle sessiz akan sular derin ve tehlikeli
olurlar. Bir olay karşısında duygu ve
düşüncelerini açığa vurmayan, niyetini belli
etmeyen, sessiz kalan kimseler de ağır akan suya
benzerler. Sinsidirler, içlerinde besledikleri
kötülükleri hissettirmezler, bu bakımından
sakıncalıdırlar.
Adam olana bir söz yeter.
İyi yetişmiş, kişilikli, anlayışlı, duyarlı
kişiler kendilerine söylenen sözü, ilk
söylenişinde anlarlar ve sözün gereğini yerine
getirirler. Bir sözü defalarca söyleten,
söyleyeni zorlayan, çıkmaza sokan kimselerde
ise, bir kavrayış noksanlığı, bir ahlâk
eksikliği var sayılabilir.
Âdemoğlu (insanoğlu) çiğ süt emmiştir.
Başlangıcından bu yana nankörlük insanoğlunun
değişmez bir sıfatı olagelmiştir. Yapılan bir
iyiliğe karşı, çokluk kötülükle cevap vermek,
insanın atamadığı huylarındandır. Sanki bu,
insanda değişmez bir hâldir. Bu bakımdan
insanoğlu güvensizdir, ona karşı daima dikkatli
olunmalıdır.
Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur.
Büyüklerin küçükler üzerinde büyük bir etkisi
vardır. Çocuklar, çokluk büyüklerini örnek
alırlar. Onlardan ne görürlerse onu yapmaya
çalışırlar. Bu sebeple, anne-babanın çocuklar,
büyüklerin de küçükler üzerindeki etkisi,
eğitim
açısından oldukça önemlidir.
Ağacı kurt, insanı dert yer.
Ağaç kurdu, içine yerleştiği bir ağacı veya
tahtayı özünden, içten içe yiyerek çürütür ya da
kurutur. Dert ve üzüntü de tıpkı ağaç kurdu
gibidir. İnsanı içten içe yıpratır, perişan
eder, dayanıksız kılar, yiyip bitirir.
Ağaç kökünden yıkılır.
Ağacı ayakta tutan, onu toprağa bağlayan
kökleridir. Onun bütün dallarını kesebilirsiniz,
ancak yıkamazsınız. Yıkmak için köklerini
topraktan çıkarmak zorundasınız. Bir aile,
toplum ya da düzen de tıpkı ağaç gibidir. Onu da
ayakta tutan bir temel (kök) vardır. Kimi
ayrıntılarını (dallarını) yok edebilirsiniz,
ancak yıkıp bozamazsınız; yıkmak için temelini
sarsmak, ana noktalarını bozmak zorundasınız.
Ağaç yaprağı ile güzeldir (gürler).
Bir ağacı güzel gösteren, verimli kılan, canlı
tutan yaprakları, çiçekleri ve meyveleridir.
Varlığını ancak bunlarla kanıtlar. İnsanlar da
böyledir. İnsan ailesi, çocukları, yakınları ve
dostları ile bir bütün oluşturup varlık
gösterebilir. Eğer bunlardan mahrum olursa
yapraksız, çiçeksiz ve meyvesiz bir ağaç gibi
kalır ortada; cansız, kurumuş gibi, güçsüz ve
verimsizdir.
Ağaç yaş iken eğilir.
Çocuklar mutlaka küçük yaşta eğitilmelidirler.
Bu yaşlarda işlenmeye, her türlü bilgiyle
donatılmaya elverişlidirler. Zaman geçip de
büyüdükçe eğitilmeleri zorlaşır. Yaşlı insan
kolay kolay eğitilmez. Onlar tıpkı kuru bir ağaç
gibidirler. Eğilmezler, buna zorlanırlarsa
kırılırlar. Bu sebeple onlara yeni bir davranış
kazandırmak imkânsız gibidir.
Ağılda oğlak doğsa ovada otu biter.
Yüce Allah, her canlıyı yaratırken onunla
birlikte rızkını da yaratır. Ancak insanlar aç
gözlülük edip kimilerinin hakkını gasbederler,
rızklarına el koymaya çalışırlar. Dolayısıyla
kimileri aç ve yoksul kalır. İnsanlar bu
tavırlarından vazgeçmiş olsalar, herkesin
rızkının kendisine yeter olduğu apaçık ortaya
çıkacaktır.
Ağır giden yol alır, hızlı giden yolda kalır.
Gittiğimiz yolda, tuttuğumuz işte ilerlemek
istiyorsak acele edip telâşa düşmemeliyiz. Yavaş
yavaş ama güvenli, gerekli bir tempoda, emin
adımlarla yürümeliyiz. Böyle hareket etmezsek,
aceleciliğimiz yüzünden sürçebilir, yolumuzu
şaşırabilir, sonuca da ulaşamayız.
Ağır kazan geç kaynar.
1. Herkesin anlayış yeteneği bir değildir,
öğrenme kabiliyetleri de farklıdır. Kimi kalın
kafalı kimseler bir meseleyi oldukça geç ve zor
kavrarlar. 2. Bazı beceriksiz, tembel kişiler
işlerini geç yaparlar ve zamanında
yetiştiremezler. 3. Ağırbaşlı, olgun kimseler
bir olay karşısında hemen öfkelenip
telâşlanmazlar.
Ağır ol, batman gelesin.
Temkinli, ağırbaşlı, ölçülü ol ve dengeli
hareket et ki, itibar göresin; sevilip
sayılasın. Çünkü hafif meşrep, sulu, çabuk kızıp
taşkınlık gösteren, aceleci kimseler toplumda
pek sevilip yer edinemezler.
Ağır taş batman döver (yerinden oynamaz).
Tutarlı, ölçülü, ağırbaşlı, temkinli kimselerin
toplumda etkin bir yerleri, ayrıcalıklı bir
kişilikleri vardır. Bu ayrıcalıkları sebebiyle
onlara kolay kolay kimse ilişmeye cesaret
edemez, onları hırpalamaya öyle herkesin gücü
yetmez, dolayısıyla ister istemez saygı görür ve
yerlerini korurlar.
Ağır yongayı yel kaldırmaz.
Davranışları ölçülü, sözleri yerinde, temkinli
ve ağırbaşlı olan insanlara dış etkenler, niyeti
bozuk kimseler kolay kolay zarar veremezler.
Ağız yer, yüz utanır.
İkram kabul eden, armağan alan kişi, bunları
kendisine sunan kimsenin istediğini yerine
getirme zorunluluğunu duyar; bir borçluluk
duygusuyla bu isteği reddetmeye utanır, istemese
de işi yapar.
Ağlamayan çocuğa meme vermezler.
Hakkımızın yendiği yerde susup sonuca katlanmak
doğru değildir. Susar, sesimizi çıkarmaz,
hakkımızı aramazsak kimse bize yardım elini
uzatmaz; hakkımızı vermez. Onun için hakkımızı
arama yoluna gitmeli ve bu yolda sesimizi
duyurmalıyız.
Ağlatan
gülmez.
Başkalarına zulmeden, sıkıntı veren, çile
çektiren kimselerin kötülükleri karşılıksız
kalmaz; günün birinde bu dünyada ya da öteki
dünyada kendisine döner, yaptıklarının cezasını
mutlaka çeker, o da ağlar.
Ağrısız baş mezarda gerek (olur).
Yaşayan her insan dertten, çileden yakasını
kurtarabilmiş değildir. Yaşadıkça da
kurtaramayacaktır. Dolayısıyla dertsiz insan
ancak mezarda bulunur. Bu demektir ki, insan
dertten ancak ölünce kurtulacaktır.
Ağustosta gölge kovan, zemheride karnın ovar.
Vakit ve fırsat varken (yazın) çalışmayan,
tembel tembel oturan, keyfini düşünen kimse,
fırsat kaçtıktan sonra, çalışmanın zor olduğu
günlerde (kışın) geçim sıkıntısı çeker; perişan
olur, aç kalıp yoksul düşer.
Ah alan onmaz.
Zulmeden, hak yiyen, kötülük yapan ve bu sebeple
birilerinin bedduasını alan kimse iflâh olmaz;
onun sonu iyi değildir, yaptıklarının cezasını
mutlaka görür.
Ahlatın (armudun) iyisini ayılar yer.
Değerli, güzel ve iyi şeyler çoklukla onlara
lâyık olmayan kimselerin eline geçer ve onlarca
kullanılırlar. Bu da gösteriyor ki, insanlar
gelişen olaylara çok kez engel olamazlar.
Ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez.
Anlayışı kıt, beceriksiz, yüzsüz ve yılışık,
çıkarcı kimselere gereksiz yere yakınlık
gösterilmemelidir. Yoksa bu yakınlığı kötüye
kullanabilir. Yerli yersiz karşınıza çıkıp sizi
rahatsız ve huzursuz edebilir. Bu gibi
kimselerle kurulacak ilişkilerde dikkatli
olunmalıdır.
Ahmak iti yol kocatır.
Bazı insanların girişimleri, uğraşıları,
didinmeleri, yaptıkları işleri ahmaklıkları
yüzünden sonuçsuz kalır; yıpranmalarına yol
açar. Bunun böyle olmasının sebebi, işe iyi
düşünmeden, plân yapmadan girmiş bulunmaları,
karşılarına çıkacak aksilikleri hesaplamamış
olmalarıdır. İşte böylesi bir giriş, onları
tekrar tekrar yapmak zorunda bırakmış, zaman
kaybettirmiş, yormuş ve yıpratmıştır.
Akacak kan damarda durmaz.
“Takdir, tedbiri bozar” derler. Bir zarara
uğramak, önemli bir şeyimizi kaybetmek
kaderimizde varsa, ne yaparsak yapalım, ne önlem
alırsak alalım bunun önüne geçemeyiz. Bugün ya
da yarın, er veya geç olan olacaktır.
Ak akçe kara gün içindir.
Emek vererek, alın teri dökerek kazandığımız
para, sıkıntılı anlarımız ve zor günlerimiz
içindir; bizi darlıktan bu para çekip kurtarır,
rahata erdirir. Dara düşülen günlerimizde bu
parayı harcamaktan da geri durmamalı,
çekinmemeliyiz.
Akan su yosun (pislik) tutmaz.
Bilinen bir şey ki, devamlı akan su kendini ve
yatağını temiz tutar; hareketsiz ve birikinti
hâlinde olan su da aksine mikrop ve pisliği
bünyesinde taşır. Denebilir ki hareketlilik,
canlılık ve çalışkanlık insanı canlı ve üretken
yapar; iyimser kılar, kötülükten uzak tutar,
düşkünlüğünü önler; böylece de o insan hem
kendine, hem de başkalarına yararlı olur.
Akar su çukurunu kendi kazar.
Azimli olan, bir şey yapma isteği ve gücünü
taşıyan, gayretli ve atak kimseler zorluklara
boyun eğmezler; amaçlarını gerçekleştirmek için
imkân ararlar, yollarını ne yapıp edip bulurlar.
Akan suya inanma, el oğluna güvenme.
Kimi akar sular yavaş aktığı için tehlikesiz
görünebilir, ancak yine de güvenmemelidir. Bir
an o suya kapılıp sürüklenebilir, derinlere ve
burgaçlara çekilip boğulabiliriz. El oğlu da
tıpkı bu akar sular gibidir, kimi yanlarına
bakarak onlara güven duyamayız. Çıkarı için bizi
tuzağa düşürebilir, başımıza olmadık işler
açabilir, zor durumda bırakıp zarara
uğratabilir. Bunun için temkinli olmalıyız.
Akıl akıldan üstündür.
Her insan aynı anlayış, bilgi ve düşünme gücüne
sahip değildir. Bizim akletmediğimizi, bir
başkası akledebilir. Biri bizden daha iyi
düşünüp karanlık bir noktada bize ışık
tutabilir. Bu bakımdan önemli işlerimizde
güvenli, geniş düşünce sahibi kimselere
danışmaktan, onların bilgi ve tecrübesine
başvurmaktan kaçınmamalıyız.
Akıl için tarik (yol) birdir.
Bir mesele ancak akıl yoluyla çözülebilir. Bu
yol ise tektir. Doğru düşünenlerin, mantıklı
olanların bu yolu izlediklerinde vardıkları
sonuç hep aynı olacaktır.
Akıl kişiye (adama) sermayedir.
Giriştiğimiz hemen bütün işlerde başarılı ya da
başarısız olmamızdaki en büyük etken akıldır. O,
yapmaya çalıştığımız işte baş aracımızdır. Onu
gerektiği gibi, yerinde kullanırsak iyi sonuç
almamız kolaylaşır. Hemen her işte bir sermayeye
gerek duyulduğu açıktır. Bu sermaye de paradır.
Ama unutmayalım ki, paranın da işe yarar şekilde
kullanılması akılla olur.
Akıllı düşman, akılsız dosttan hayırlıdır (Deli
dostun olacağına akıllı düşmanın olsun).
Düşüncesiz ve yersiz davranan, gerçeği görmeyen,
anlayışı kıt kimseler yaptıkları işlerin,
söyledikleri sözlerin ne gibi sonuçlar
doğuracağını hesap edemezler. Bu yanlarıyla, iyi
niyetli de olsalar dostlarına bilmeyerek zarar
verebilirler. Bunun aksine, akıllı düşmanın
neler yapabileceği, hangi yollara başvuracağı
önceden tahmin edilip sezilebilir; dolayısıyla
kişi tedbirini alır, kendisine gelebilecek
zararları önlemeye çalışır.
Akıllı hırsız, şaşkın ev sahibini bastırır.
Aklını kullanmasını bilen, açık göz, uyanık ve
düzenbaz kimseler düşüncesiz, kavrayışı kıt,
ahmak ve şaşkın kimseleri aldatmakta bir
zorlukla karşılaşmazlar. Hatta bu kimseler,
karşılarındaki bu aptal insanları, haklı da
olsalar haksız çıkarabilirler; kendilerini suç
işlememiş gibi gösterebilirler.
Akıllı köprü arayıncaya dek deli suyu geçer.
Önlem almaya, hazırlıklı olmaya alışmış kimi
tedbirli kimse, hemen her şeyde bir sonuca
ulaşmak için sağlam bir yol arar. Bunun için de
düşünüp taşınır, kolay kolay karar veremez.
Dolayısıyla da epey zaman harcamış ve sonuca
ulaşmakta gecikmiş olur. Oysa gözü pek atak ve
yeterince düşünmeden karar veren kimse,
tehlikeyi göze alıp işe girişir ve sonuca daha
çabuk ulaşır.
Akıllıyı arkada tutma, akılsızı kılavuz etme.
Hangi işte, hangi yönetimde olursa olsun
sağlıklı bir sonuca gidilmek isteniyorsa,
mutlaka iyi ve doğru düşünenlere, işinin ehli ve
akıllı kimselere öncelik verilmelidir; onlar
takipçi değil, takip edilenler olmalıdır. Eğer
bunun tersi yapılıp akılsız, ahmak, beceriksiz,
anlayışı kıt kimselere öncelik verilir, onlar iş
başına getirilirse yapılan işten olumlu bir
sonuç elde edilemez; elde kalan yalnızca zarar
olur.
Akıl para ile satılmaz.
İnsanlar akılca eşit değillerdir. Kimileri
akıllı, kimileri aptaldır. Bunu değiştirmek
mümkün değildir, böyle de sürüp gidecektir.
Üstelik akıl, somut bir şey de değildir.
Sonradan da elde edilemez, parayla da alınıp
satılamaz. Etrafımıza şöyle bir baktığımızda
delice işler yapan varlıklı insanlar, akıllıca
işler yapan yoksul insanlar görürüz. Eğer akıl
parayla satın alınmış olsaydı zenginlerin dilece
işler yapmadıklarına tanık olabilirdik.
Akılsız başın zahmetini (cezasını) ayaklar
çeker.
1. İyi düşünüp taşınmadan, eni konu hesaplamadan
verdiğimiz kararlar, yaptığımız girişimler bizi
kötü sonuçlarla karşı karşıya bırakır, çıkmaza
sokup oraya buraya koşturur, yorgun düşürür.
Hemen her şeyi yeni baştan yapmak durumuyla yüz
yüze getirir. 2. İşin başında olanların
akletmeden verdikleri yanlış karar ve ortaya
koydukları tutumların doğurduğu kötü sonuçların
sıkıntılarını, zahmetini buyruk altında
çalışanlar çeker.
Akıl yaşta değil baştadır.
İnsanın yaşlanması, aklının artması anlamına
gelmez. İnsan büyüyebilir fakat aklı (kıt)
kalabilir. Biliriz ki, pek çok genç yaşça büyük
olanlardan daha akıllıdırlar. İnsanlar
yaşlandıkça tecrübe sahibi olabilirler ama
tecrübe akıllı olanların işine yarar,
akılsızların değil.
Ak koyunun kara kuzusu da olur.
1. İyi ana-babadan kimi zaman kötü huylu
çocuklar da olabilir. 2. Çok iyi sandığımız bir
işin, girişimin veya tavrın kötü yanları da
bulunabilir. 3. Arkadaş, dost ve yakınlarımızın
kimi kusurlu yanları da bulunabilir.
Akla gelmeyen başa gelir.
İnsan her şeyi eksiksiz düşünüp, başına
gelebilecekleri önceden kestirip tedbir alacak
güçte değildir. Hiç ummadığı, beklemediği bir
anda başına öyle şey gelir ki, bu şeyi daha önce
hiç düşünmemiştir bile. Bu durumda yapılacak şey
endişe ve korkuya kapılmamak, sakin olmaya
çalışmaktır.
|
|