Bir ahırda at da bulunur, eşek de.
Bir toplumda iyi, yararlı ve güzel işler
yapanlar bulunduğu gibi kötü, yararsız ve çirkin
işler yapan insanlar da bulunabilir.
Bir başa bir göz yeter.
Ne kadar çok malı olsa da insan yine de elde
etmek ister, geleni geri çevirmek istemez. Oysa
insan hayatta ihtiraslı olmamalı, ihtiyacından
fazlasını düşünmemelidir. Kanaatkâr olan
kimseler ihtiyaçları kadar olanı yeter görürler.Msn
Öğretmen
öss
kpss
Gazeteler
Sohbet
hazır mesajlar
ders izle
Belirli Gün ve
Haftalar
Çanakkale savaşı
şiir şarkı
sözleri
Bir bulutla kış olmaz (Bir çiçekle yaz gelmez).
1. Önemli bir durumun netlik kazanması için
küçük, önemsiz belirtilerin varlığı yeterli
değildir. 2. Güzel ve hoş da olsa, küçük bir
değeri elde etmekle mutluluk tam anlamıyla
yakalanmış sayılmaz.
Bir çöplükte iki horoz ötmez.
Bir toplumda iki baş, bir iş yerinde iki
yönetici olmaz. Olursa aralarında kıskançlık,
çekememezlik yüzünden anlaşmazlık çıkar; fikir
ayrılığına düşerler; biri diğerini yok etmeye,
bulunduğu yere tek baş olmaya çalışır. Bu
çatışma sonunda güçlü kalır, güçsüz gider. Bu da
az şeye mal olmaz.
Bir deli kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı
çıkaramamış.
1. Aklî dengesini yitirmiş kimi insanların
yaptıkları öyle işler vardır ki, bunu akıllı
insanlar bir araya gelse ne yorumlayabilir, ne
de çözebilirler. 2. Kimi zaman bir insan öyle
delice bir iş yapar ve zarara yol açar ki, pek
çok akıllı kimse bir araya gelir ama bu zararı
gideremez; işi de düzeltemez.
Bir (sağ) elinin verdiğini öbür (sol) elin
görmesin.
Yardım yapmak bir insanlık görevi, dinî bir
emirdir. Ancak bunu yapmanın da bir yolu yordamı
vardır. Yoksula yardım ederken insanın amacı
kendini gösterip övünmek değil, görevini ve
sorumluluğunu yerine getirmektir. Bu bakımdan
yoksulları inciten gösterişlerden kaçınmak;
kimsenin haberi, hatta en yakınların bile haberi
olmadan yardım yapmak gereklidir. Yoksa tersine
bir hareket yardım edilen kimseyi mahcup duruma
düşürür, yapılan iyilik de iyilik olmaktan
çıkar.
Bir elin nesi var iki elin sesi var.
İnsanın gücü sınırlıdır. Bunun için büyük
işlerin üstesinden tek başına gelemez. Bu tür
işleri başarabilmek için başkalarıyla
işbirliğine, dayanışmaya girer. Güçleri
birleştirerek zor işlerin altından böylelikle
kalkar.
Bir evde düzen olunca düzenbaz olmaz.
Eğer bir ailenin hemen bütün fertleri arasında
bir uyum, bir anlaşma, karşılıklı sevgi ve
hoşgörü varsa, o ailede düzen de var demektir.
Dolayısıyla ailenin huzurunu kaçıracak bir
kimsenin bu ailede barınması da mümkün değildir.
Bir göz ağlarken öbür göz gülmez.
Aile fertleri birbirine kan ve akrabalık
bağlarıyla bağlıdırlar. Onlar bir vücudun
azaları gibidirler. Dolayısıyla ailenin bir
ferdine gelen zarar, bütün aile fertlerine
gelmiş gibidir. Hemen hepsi de aynı ölçüde
üzüntü çekerler.
Bir günlük beylik, beyliktir.
İnsanlar her zaman arzu ettikleri nimetlere
kavuşup bunun sefasını süremezler. Bu sebeple
çok kısa bir süre içinde de olsa,
çevresindekilerden daha üstün, dertlerden uzak
ve arzu ettiği biçimde bir an yaşamak o kişi
için güzel bir şeydir.
Bir insanı tanımak için ya alış veriş etmeli, ya
yola gitmeli.
Ortak bir işe girmeden insanların gerçek yüzünü
anlamak oldukça zordur. Alış veriş etmek, onları
tanımak bakımından önemli ölçüttür. Çünkü alış
veriş bir şeye sahiplenmeyi gerekli kıldığı için
kişinin çıkarcı yönünü bütün çıplaklığıyla
ortaya koyar. Yolculuk ise fedakârlığı,
cesareti, mertliği gerektirir; dolayısıyla
yolculukta karşılaşılan zorluklar sebebiyle
ortaya konan davranışlar kişilerin niteliklerini
belirgin kılar.
Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan kopar.
Bir toplumun sahip olduğu varlıklardan her fert
bir adalet çerçevesi içinde yararlanmalıdır.
Eğer böyle olmaz, adaletli davranılıp hak
gözetilmez, sadece bir kısım insanların
yararlanmasına göz yumulup diğer insanların
yararlanmasına fırsat verilmezse kargaşa çıkar;
kavga baş gösterir, toplumdaki sosyal barış
zedelenir, düzen bozulur, insanlar birbirlerine
düşer.
Bir koyundan iki post çıkmaz.
Bir iş, nesne ya da insandan temin edilecek
faydanın bir ölçüsü, bir sınır vardır.
Alınabilecek alındıktan sonra, onlardan bir kez
daha verim istemek, onları bu konuda zorlamak
doğru değildir. Bu davranışın devamı insanı
yanlış bir yola götürüp zarara sokabilir.
Bir kötünün yedi mahalleye zararı dokunur
(vardır).
Yalancı, düzenbaz, iffetsiz bir kimse sadece
kendi çevresine zarar vermekle kalmaz;
kötülüklerini daha geniş çevrelere de taşır.
Kendinin, yakınlarının, çevresinin ve daha geniş
muhitlerin adını lekeler; bu leke gittikçe
yayılır.
Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at
kurtarır.
Küçük ve kıymetsiz gördüğümüz şeyler zaman gelir
çok önem kazanır ve büyük iş görebilir. Küçük
bir somun parçası yüzünden bir dikiş makinesinin
çalışmaması, işlerin yatması mümkündür. Bu
sebeple herhangi bir nesne, iş ya da olayı küçük
görmeyip önemle ele almak gereklidir.
Bir selâm bin hatır yapar.
Dinimizin bir emri olan selâm, bir bilgi ve
sevgi belirtisidir. Dolayısıyla gönül kazanmanın
önemli bir anahtarıdır. Yakınlarımıza,
arkadaşlarımıza, hatta yabancılara bile
vereceğimiz selâm onlarla aramızda bir
yakınlığın doğmasına yol açar; gönülleri
birbirine yaklaştırır. Bu sebeple selâmlaşmayı
ihmal etmemek gereklidir.
Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge,
üçüncüde ele geçersin çekirge.
Bir suçu işleyebilir, kanunsuz bir işi yapabilir
ve yakalanmayabilirsin. Hatta bunu birkaç kez de
başarabilirsin. Ama bu böyle devam etmez, eninde
sonunda yakayı ele verirsin.
Bir sürçen atın başı kesilmez.
Kusursuz insan olmaz. Hemen her insan bir
yanlışlık yapabilir. Bu bakımdan sürekli iyi iş
yapan, doğru yoldan çıkmayan, kişiliğini her
yönüyle kanıtlamış olan bir kimseyi, bir kez
hata yaptı diye gözden çıkarmak, olumsuzlamak ve
cezalandırmak doğru değildir. Yapılacak şey,
yalnızca uyarıda bulunmak olmalıdır.
Bir şeyin önüne bakma, sonuna bak.
Kimi işler vardır ki iyi başlamamış ama iyi
sonuç vermiştir. Üstelik başlamış bir işte geri
dönmek de zordur. Bu sebeple bize düşen yolumuza
azimle devam etmek, gereken çabayı göstermek,
işi lâyıkıyla yapmaya çalışmaktır.
Bir yemem diyenden kork, bir oturmam diyenden.
Kimi insanlar vardır ki dedikleriyle yaptıkları
birbirine uymaz. Kimi isteksiz görünüp “yemem”
diyen insanların isteklilerden daha çok
yedikleri, kimi hevessiz görünüp “kalamam” diyen
insanların da diğerlerinden daha çok
oturdukları, hatta yatıya kaldıkları bile
görülmüştür.
Bitli (kurtlu, çürük) baklanın kör alıcısı olur.
Değersiz, işe yaramaz, kötü şeylerin de
müşterisi olur. Onları kimileri anlamadığı,
kalitesini bilmediği için alır; kimileri de
kendileri bakımından bizim kavrayamadığımız bir
değer ifade ettiği için alır.
Boğaz dokuz (kırk) boğumdur (boğa boğa söyler).
Bir sözü düşünüp taşınmadan, içimizden
geçirmeden, kendi kendimize ölçüp tartmadan,
doğuracağı sonuçları hesaplamadan, düzeltmeden
söylememeliyiz. Ola ki istemediğimiz bir sözü
ağzımızdan çıkarmış olabiliriz. En doğrusu,
uygun biçimi bulduktan sonra söylemektir.
Bol bol yiyen, bel bel bakar.
Bugünün yarını da vardır. Savurganlık yapıp
elindekini bol bol harcayan, düşünceli davranıp
ilerisi için bir şey bırakmayan kimse, yarın
geçimini temin edecek bir şey bulamaz.
Başkalarına muhtaç olur, onun bunun eline bakar.
Borç iyi güne kalmaz.
Borçlu olan, borcunu hemen ödemenin yollarını
aramalıdır. “Elim genişleyince, ileride öderim”
diye düşünmesi son derece sakıncalıdır. Çünkü
gelecek günlerin ne göstereceği belli olmaz. Eli
daha da darlaşabilir. Dolayısıyla borcunu
ödemesi güçleşir, gün geçtikçe de borcu artar.
Borçlunun yalımı alçak olur.
Borçlu kimseler, borçlarını ödeyemedikleri için
alacaklıları yanında rahat olamazlar; başları
yukarıda yürüyemezler, üzülüp incinirler, sanki
suçlu gibi dururlar, kendilerini ezik
hissederler.
Borçsuz çoban yoksul beyden yeğdir.
Beyleri bey yapan cömertlikleri, ellerindeki
varlıkları yoksullara dağıtmalarıdır. Varlıksız,
sıkıntı içinde yüzen bir beyin sadece adı
kalmıştır. Varlığı olmayan, yoksulları gözetme
ve doyurma görevini yapamayan bir bey için bu
durum acı vericidir. Böyle bir konumda bey
olmaktansa borçsuz, tasasız, kıt kanaat geçinen
bir çoban olmak daha iyidir. Çünkü, o yoksulluğa
alışkındır.
Borçtan korkan kapısını geniş (büyük) açmaz.
Alacaklının yanında yüzü yerde olmak istemeyen,
borç etmekten korkan kimse tedbirli olur;
masraflarını kısar, gelişigüzel harcamalar
yapmaktan kaçınır, kendine uygun bir yol seçip
ona buna ziyafet vermekten uzak durur.
Borç uzayınca kalır, dert uzayınca alır.
Hemen her şeyin bir yapılma zamanı vardır. Borç
da zamanında ödenmezse kişilerde bir gevşeklik
görülür, borçluluk duygusu zamanla azalır. Borç
uzun süre ödenmez olur, hatta hiç ödenmez bile.
Dert de böyledir; zamanında önlem alınmaz ve
hastalık uzarsa, kişi sonunda güçsüz kalır;
dayanma gücü kalmaz ve ölür.
Borç yiğidin kamçısıdır.
Birisine borçlanan, borcunu da ödemek isteyen
kimse kendini daha çok çalışmak ve kazanmak
zorunda hisseder; bu yönde girişimde bulunur.
Bostan yeşil (gök) iken pazarlığa oturulmaz.
Ne olacağı, nasıl gelişeceği, nasıl
sonuçlanacağı bilinmeyen bir konu, iş ya da
durum üzerinde anlaşmaya varılıp söz verilemez.
Boş çuval ayakta (dik) durmaz.
1. Karnı aç olan kimse, iş yapamaz. 2.
Beceriksiz, deneyimsiz, bilgisiz kimse bir iş
tutunamaz. 3. Hiçbir tutamağı bulunmayan,
gerçeklerden uzak, temelsiz düşünce ya da
plânlarla sonuca ulaşılamaz.
Boş fıçı çok (fazla) langırdar.
Gösterişe düşkün, bilgisiz, deneyimsiz kimse
kendini ön plâna çıkarmak ve bilgiçlik taslamak
amacıyla çok konuşur; her sözün arasına girer,
etrafındakileri rahatsız eder.
Boş gezmekten bedava çalışmak yeğdir.
Boş olmak, hiçbir uğraşa girmeden gezmek insanı
tembelliğe, miskinliğe alıştırır. Öyle ki bu
insanların kimisi can sıkıntısından ne
yapacağını bilemez olur, yanlış yola sapar,
kötülüklere bile bulaşır. Parasız da olsa
çalışmak, boş oturmamak insanı hareketli ve
canlı yapar; girişimcilik yeteneğini artırır,
onu geliştirir, zararlı alışkanlıklardan
kurtarır. İleri de para kazanacağı bir iş
bulmasına da kapı aralar.
Boş torba ile at tutulmaz (Boş torbaya eşek
gelmez).
1. Hiç kimse emeğinin boşa çıkmasını istemez,
karşılığını mutlaka bekler. Bir kimseye iş
yaptırmak, onu bir yere bağlamak istiyorsanız,
ona emeğinin karşılığını da ödemek zorundasınız.
2. Hemen her iş çoklukla bir emek, masraf ve
fedakârlık ister. Bunları gösteriniz ki elde
etmek istediğinize kavuşmanız mümkün olsun.
Boynuz kulağı geçer (Boynuz kulaktan sonra çıkar
ama kulağı geçer).
Eğitime sonradan da başlasa kimi yetenekli,
becerikli, öğrenme ve kavrama gücü gelişkin olan
çırak veya öğrenci, ustasından ya da
öğreticisinden daha ileri gidebilir; onlardan
daha başarılı olabilir.
Böyle gelmiş böyle gider.
Öteden beri süre gelen durum, kurulu düzen, halk
arasında yaşayan gelenek ve görenekler kolay
kolay değişmez.
Bugün bana ise yarın sana.
Neyin ne zaman olacağı bilinmez; bu ister
felâket, ister nimet olsun. Bugün ben bir
felâket ve haksızlıkla karşılaşmışsam, yarın da
sen aynı durumla karşılaşabilirsin. Bugün sen
nimetler içinde bulunup mutluysan, yarın da ben
kavuşup mutlu olabilirim. Bunu aklından çıkarma.
Bugünün işini yarına bırakma.
Bir iş günü gününe yapılmalıdır. İşi yarına
bırakmak kimi olumsuzlukları da beraberinde
getirir. Yarın daha önemli bir işin
çıkmayacağını nereden bilebiliriz? Diyelim ki
çıktı, o zaman ne yapacağız? Kuşkusuz bugünkü
işten önce onu yapacağız, bugünkü iş de kalacak.
Dolayısıyla işler birikmeye başlayacak, çıkmaza
girecek. Ayrıca bugün yapılması gereken işin
sonraki güne bırakılmasıyla önemini yitirmesi,
istenen sonucu vermemesi de söz konusu olabilir.
Bugünkü tavuk yarınki kazdan iyidir.
Az da olsa bugün elimizde bulunan bir nimet,
imkân ya da nesne, büyük de olsa henüz elimize
geçmemiş olandan daha daha iyidir. Çünkü henüz
elimize geçmemiş olan, ihtimal dahilindedir. Bir
engel çıkıp onun elimize geçmesi
gerçekleşmeyebilir. Oysa ötekinin elimizde
olması gerçekleşmiştir.
Buğday başak verince orak pahaya çıkar (kıymete
biner).
Kimi zaman ortada duran, pek önemli görünmeyen
şeyler kendilerine ihtiyaç duyulunca çok değer
kazanırlar. İsteklisi çok olan nesnenin fiyatı
artar. Sözgelimi yazın ortasında el sürülmek
istenmeyen odun ya da kömür, kışa doğru birden
kıymet kazanır; ucuzken pahalı olur.
Buğdayım var deme ambara girmeyince, oğlum var
deme yoksulluğa düşmeyince.
Tarlada ya da harmanda duran, henüz hasadı
yapılıp ambara girmemiş ürün bizim sayılmaz.
Çünkü bir yangın, bir sel, yağmur ya da başka
bir felâket onun harap olup yok olmasına yol
açabilir. Anne ve babanın varlıklı olduğu
günlerde oğulun gerçek kişiliği ortaya çıkmaz.
Ne zaman anne-baba yoksullaşır, işte o zaman
gerçek yüzü ortaya çıkar. Eğer oğul,
anne-babasına karşı olan görevlerini yerine
getirmiyor, onlardan yardımını esirgiyorsa, ona
iyi bir oğul denemez.
Buğdayın yanında acı ot da sulanır.
Mümkün olduğunca dikkatli olunup iyi ve
yararlının yanında, kötü ve yararsızın gelişip
büyümesine fırsat verilmemelidir.
Bükemediğin eli öp.
Kendisiyle mücadele ettiğin rakibinin kuvveti,
bilgisi ve becerisi karşısında başarı
gösteremeyip mağlûp olduysan rakibinin
üstünlüğünü kabul et; bu onurlu bir davranış
olacaktır.
Bülbülü altın kafese koymuşlar, “ah vatanım”
demiş.
İnsan, özgürlüğünü ancak vatanında bulur. Bu
bakımdan vatan en değerli varlığıdır insanın.
Orda doğmuş, orda büyümüş, orda doymuş, orda
tatmıştır mutluluğu. Bu sebeple yurdundan uzakta
yaşamak, ne denli bolluk içinde olursa olsun
insana zor gelir. Nasıl ki bülbül asıl vatanı
olan yeşil tabiatı, kanat çırpacağı mavi gökleri
özleyip ister ve altın kafesten kurtulmaya
çalışırsa, insan da (hele bir de tutsaksa) özgür
yaşayacağı vatanını ister ve hasretini çeker.
Bülbülün çektiği dil (i) belâsıdır.
Bir karganın kafese konup beslendiği pek
görülmemiştir. Ama bülbül için kafesler sürekli
yapılır durur. Bunun tek sebebi, sesinin
güzelliğidir. O oldukça güzel öter ve bunun için
yakalanıp kafese konur. İnsanlar bundan ders
almalıdır. Çünkü düşünüp taşınmadan, sonunun
nereye varacağını hesaplamadan sarf edilen
sözler, insanın başına dert açabilir. Dili
yüzünden belâya saplanıp zarar görebilir.
Büyük balık, küçük balığı yutar.
Güçlü olan kendinden güçsüzü ya ezer, ya yok
eder, ya da kendisine bağlı kılar. Bu durum
insan için olduğu kadar, ticarî işletmeler ve
devletler arasında da çoklukla söz konusudur.
Kişiye düşen, yok olmamak için var gücüyle
mücadele etmektir.
Büyük başın derdi büyük olur.
Bir iş ne kadar büyükse çözüm bekleyen sorunları
da o kadar büyük olur. Dolayısıyla bir işletmeyi
idare eden, bir toplumu yöneten, kısacası büyük
işlerin başında bulunan kimselerin de hem
sorumlulukları, hem de dertleri büyük olur.
Büyük lokma ye (de), büyük söz söyleme.
İnsan çoklukla nefsine yenik düşer. Kendini pek
çok konuda ön plâna çıkarmak, ne kadar becerikli
ve akıllı olduğunu belirtmek ister. Bu durum
onun böbürlenmesine, “ben olsaydım öyle değil,
böyle yapardım; şunu yapsaydı kötü duruma
düşmezdi; ben asla onun yaptığı gibi kötü bir
şey yapmam; o sözler de söylenir miydi?” gibi
sözler sarf etmesine sebep olur ki, böyle bir
tavır sergilemek son derece zararlıdır. Dünya ve
insanlık hâli bu, öyle bir gün gelir ki, yerip
kınadığımız kişinin başına gelenler bizim de
başımıza gelebilir ve gülünç duruma düşebiliriz.
Bu sebeple ağzımızdan çıkacak söze dikkat
etmeli, büyük söz söylemekten kaçınmalıyız |
|